Yaşam

Recaizade Mahmut Ekrem, Araba Sevdası kitap özeti

Giriş

Osmanlı Devleti’nin Tanzimat Dönemi içerisinde yer alan Tanzimat Edebiyatı’nın en önemli şair ve yazarları arasında gösterilen Recaizade Mahmut Ekrem, “Araba Sevdası” romanı ile Romantizm akımından Realizm akımına geçiş yapan ilk yazar olma unvanını taşımaktadır.

Roman, lükse ve alafranga yaşama özenmekte olan bir paşa çocuğunun başından geçen gülünç ve ilginç olayları konu edinmektedir.

Roman; başkarakter olan Bihruz Bey’in Periveş Hanım’a duyduğu klasik ve sıradan bir aşk hikâyesini yüzeysel olarak anlatıyor gibi görünse de alt katmanda dönemin toplumsal sosyolojik olaylarını anlatmaktadır. Başkarakter Bihruz Bey, genç yaşlarda hâli vakti yerinde biridir. Karakterin en önemli sorunu ise Batılılara özenen bir tip olmasıdır. Alafranga hayat tarzına sahip olmayı isteyen ve Batılılar gibi yaşamak isteyen savurgan ve biraz özenti bir tiptir. Periveş Hanım ise Bihruz Bey’in gönlünü kaptırdığı eğlenmeyi seven genç bir hanımefendidir. Romanın ana teması; bir aşk hikâyesi olarak algılansa da aslında yaşandığı dönemi eleştiren bir tarza sahiptir. Tanzimat döneminde Batılılaşma konusunu abartan ve Batı’nın her şeyini; iyi kötü ayırmadan kendi kültürüne aktaran varlıklı kesimin düştüğü yanlışları da açık şekilde anlatan Recaizade Mahmut Ekrem, dönemin aydın kesimine ve dolayısıyla da kendisine de eleştiriler yapmayı ihmal etmemiştir.

Araba Sevdası kitabı; Tanzimat Dönemi ile Batı’ya açılan Osmanlı Devleti’nin yaptığı yanlışları, düştüğü hataları, dönemin aydınlarını, bürokratlarını, zengin aileleri eleştiren realistik tarzda yazılmış Türk Klasikleri arasında gösterilen kaliteli bir eser olarak okuyucunun karşısına çıkmaktadır. Recaizade Mahmut Ekrem, bu kitap vasıtası ile okuyucularına Batılılaşırken kültürlerini kaybetmemeleri konusunda tavsiyeler sunmaktadır. Romanın başkahramanı olan Bihruz Bey karakteri, yine Ahmet Mithat Efendi tarafından yazılmış olan Felatun Bey ile Rakım Efendi romanında yer alan başkahraman; Felatun Bey ile ciddi benzerlikler göstermesi açısından dönemin yazarlarının bakış açıları hakkında okuyuculara önemli doneler sunmaktadır.

Kitap özetinden bölümler:

Bihruz Bey’in Alafranga Sevdası

On dokuzuncu yüzyılın sonları, Osmanlı Devleti’nde yaşayan varlıklı insanların Batı’ya özendiği, hızla Batılılaşmaya başladığı ve “alafrangalaşmak” deyiminin sıklıkla kullanıldığı bir dönemdi.

Böyle bir dönemde yaşayan Bihruz Bey, “alafrangalaşmak” isteyen, bunun için âdeta yanıp tutuşan yirmili yaşlarında bir gençti ve oldukça varlıklı, çevresinde söz sahibi olan bir Osmanlı paşasının oğluydu. Bihruz Bey de diğer zengin akranları gibi şımartılarak büyütülmüştü. Hâli vakti yerinde olan ailesi, oğluna özel hocalar tutarak eğitimini evde almasını sağlardı. Bihruz Bey, haftanın birkaç günü Fransızca muallimi olan Mösyö Piyer’den Fransızca öğrenmek için ders alır ancak aldığı bu eğitimlerin pek faydasını görmez, öğrendiği birkaç Fransızca kelimeyi de cemiyet ortamlarında havalı ve ilgi çekici biri gibi görünmek için sık sık Türkçe kelimelerin arasında kullanırdı. Bolluk içinde geçen bir hayatı olduğu için eğitim ve öğretim konusunda gerekli merakı kendinde bulamamış, lüks hayatın tadını çıkarmakla meşgul olmuş bir kimseydi.

Bir Osmanlı paşası olan merhum babası, çevresi tarafından sevilen, sayılan bir isimdi. Saraydaki konumundan dolayı da gayet iyi bir geliri vardı. Babasının vefatının ardından oldukça yüklü bir mirasa konan genç adam, annesi ile birlikte yazları Çamlıca’da, kışları ise Süleymaniye’de yer alan lüks evlerinde ikamet ederek hayatını sürdürmekteydi. Maddi açıdan her türlü rahatlığa sahip bir hayatın içine gözlerini açan bu genç adam, lüks hayatın verdiği nimetlerden yararlanma konusunda oldukça başarılıydı. İstanbul’un zengin aileleri ile sık sık vakit geçiren Bihruz Bey ve annesi, cemiyette kendilerine yer bulmakta zorlanmıyorlardı.

Bihruz Bey’in okumak ve eğitim almak için türlü imkânları olsa da para kazanmak ve hayatını kendi kazandıklarıyla idame ettirmek gibi bir çabası olmadığından Anadolu’nun ücra bir şehrinde öğrenim görmeye çalışan fakir bir gençten bile daha cahildi. Yaz aylarında yapmaktan hoşlandığı yegâne şey, “Lando” olarak tabir edilen lüks ve renkli at arabalarına binip İstanbul’un mesire alanlarında gezmekti. Kendisi gibi zengin olan paşa çocukları ile birlikte landolarına binip İstanbul’un en güzel eğlence yerlerinde keyifli zamanlar geçirmekteydi.

Havanın güzel olduğu günlerden birinde Bihruz Bey, her zamanki gibi üzerinde pahalı kıyafetleriyle Çamlıca’daki evinden çıkmış ve bir landoya binerek İstanbul turu atmaya başlamıştı. İstanbul’un önemli ve güzel yerlerini gezdikten sonra evinin yakınlarında bulunan bir alanda mola vererek etrafı seyrediyordu. Bu esnada başka bir landonun kendisine doğru yanaştığını ve içerisinden oldukça güzel bir hanımefendinin indiğini fark etti. Genç adam, landodan inen hanımı gördüğü an âdeta buz kesti. Bihruz Bey, karşısında pahalı kıyafetler içerisinde zengin bir ailenin asil bir kızını gördüğünü düşündü. Sarışın, henüz yirmili yaşlarında olan Periveş Hanım yanındaki hizmetkârı ile birlikte yanından inerken genç adamın bakışlarını ilk anda fark edemedi. Daha sonra genç hanım yanına yaşlı kadın hizmetkârını da alarak ufak bir gezintiye çıktı. Bihruz Bey, genç hanımdan çok etkilenmiş, âdeta ilk görüşte âşık olmuştu.

Genç adam, hanımların peşinden giderek korudan alelacele kopardığı çiçeği Periveş Hanım’a takdim ederek kendini tanıttı. Bihruz Bey’in konuşmaları genç hanımı etkilemişe benziyordu. Periveş Hanım, yanındaki yaşlı kadın ile birlikte önümüzdeki Cuma günü tekrar buraya gelebileceklerini söyledi ancak hangi saatte geleceklerini kararlaştıramadan Bihruz Bey’in arkadaşı Keşfi Bey yanlarına geldi ve hanımlar oradan hızla uzaklaştı.

Dış Güzelliğe Âşık Olmak

Bihruz Bey, genç hanıma sırılsıklam âşık olmuştu ve onu düşünmediği an yoktu. Hanımefendi ile fazla konuşma fırsatı bulamadığı için hangi soylu aileden geldiğini ya da nasıl biri olduğunu öğrenemese de Periveş’in hayallerindeki lüks hayata uygun, zengin ve güzel bir kadın olduğu aşikârdı.

Gelecek Cuma’ya kadar aşk dolu bir mektup yazmayı ve bu mektup ile kızı da kendisine âşık etmeyi kafasına koydu. Yarım yamalak bildiği Fransızcasını Farsça ile birleştirip aşk dolu şiirler yazmak istedi ancak bunu yaparken epeyce zorlandı. Elindeki metinlerden bulabildiği ve cemiyet akşamlarından kulak aşinası olduğu yabancı kelimeleri sıralayarak bir aşk mektubu hazırlamaya girişti. Mektubu genç hanıma vermeden önce neredeyse on defa tekrar etti, üzerinde çokça düzeltmeler yaparak içine sinmeyen yerleri değiştirdi. Mektubu bitirdiğinde kendince harika bir aşk mektubu yazmıştı.

Nihayet buluşma günü geldiğinde vakitlice Periveş Hanım ve yardımcısını gördüğü yere gitti. Son derece şık kıyafetlerle hanımların gelmesini bekleyen genç adam oldukça heyecanlıydı. Saatlerce bekledi ancak ne gelen oldu ne de giden… Cuma gününün neredeyse tamamını, “Birazdan gelir.” umudu ile sözleştikleri yerde bekleyerek geçirdi. Gelmeyeceğinden emin olduğunda, “Muhakkak bir açıklaması vardır, elinde olmayan bir mâni çıktı herhalde.” diyerek elindeki aşk dolu mektubu önceki görüşmelerinde Periveş Hanım’ı götüren landonun içine bıraktı. Olur da yeniden o landoya binerse mektubu görür ve okur diye düşündü. Büyük umutlar ile başladığı günün, böyle kötü bir şekilde bitmesi genç adamı hayli üzmüştü. Elinden bir şey gelmemesine hayıflanarak oradan ayrıldı.

Birkaç gün geçmesine rağmen Periveş Hanım’dan hâlen bir ses yoktu. Bihruz Bey, sevdiği kızın kendisi ile neden buluşmadığını bir türlü anlayamamıştı. Landoya attığı mektubu düşündü ve yanlış bir şey yazdığı için kızın kendisi ile buluşmadığına inandı. Naim Efendi’yi yanına çağırdı ve mektubunu ona okudu. Naim Efendi, başta Farsça olmak üzere pek çok yabancı lisanı anadili gibi  bilen bir adamdı. Mektubu dinledikten sonra Naim Efendi, birkaç ifadenin oldukça yanlış kullanıldığını ve bu ifadelerin, mektubu okuyan kişiyi çok üzebilecek, ağır sözler olduğunu anlattı.

Bihruz Bey, bu açıklamalar üzerine genç kadının sahiden de kendisine darıldığına ve kesinlikle bu sebepten buluşmaya gelmediğine inandı. Yeniden yazı masasının başına geçti ve tüm samimi duygularıyla özür mahiyetinde yeni bir mektup hazırladı. Periveş Hanım’ın nerede yaşadığına, adresine dair hiç bir bilgisi olmaması sebebiyle yine Çamlıca’da onu ilk gördüğü yerde, “Belki gelir” umuduyla beklemeye başladı. Akşamüstü yine beklediği gibi olmamasının hüznünü yaşadı; Periveş Hanım, o gün de landosu ile birlikte Çamlıca’ya gelmemişti. Bihruz Bey için bu kız, ulaşamayacağı, erişemeyeceği bir hayaldi artık. Hemen hemen her gün onu ilk ve son kez gördüğü yere gidiyor, gelmesini bekliyordu ancak istediği bir türlü gerçekleşmiyordu.

Çamlıca’ya gidip geldiği sıralarda evine bir tebligat geldi, ödemediği borçları yüzünden evine haciz gelebileceği yazılıydı. Genç adam, hayatının aşkını ararken bir anda büyük bir borcun yükünün altına girmişti. Geçmişini; babasının ailesinin başında olduğu, bolluk ve bereket dolu o günleri düşündü. Artık hayattaki en büyük dayanağı yanında değildi ve onun kendisine güzel bir hayat yaşaması için bıraktığı parayı ihtiyatlı kullanmamış, har vurup harman savurmuştu. Yaptıklarından, boş gezip yediği mirastan utansa da bunlara hayıflanacak zamanı yoktu, borçları kapatmak için neler yapabileceğini düşündü.

Her şeyin üst üste gelmesi, onu hayli sıkıntıya sokmuştu. Hayatının aşkını ararken bir de borçları için çalışması gerekecekti…

Keşfi Bey’in Yalanı

Bütün olanlara rağmen Bihruz Bey, eve gelecek haczi unutup bir türlü göremediği kadının sevdasından yataklara düştü. Bihruz Bey’in derdini öğrenen arkadaşı Keşfi Bey’in aklına bir fikir geldi. Keşfi Bey, Bihruz Bey’in en yakın arkadaşlarından birisiydi fakat sürekli yalan söylemek gibi illet bir huyu vardı. Ne zaman zorda kalasa yalana başvurur ve “yalancı biri” olmakla itham edilmekten kurtulamazdı. En yakın arkadaşının bu durumuna kayıtsız kalmak istemeyen genç adam yine bir yalana başvurdu. Koruda karşılaşmış oldukları o Cuma günü en yakın arkadaşının bir kadın ile sohbet ettiğini görmüştü ancak genç adamın kadına bu kadar tutulabileceğini düşünmemişti. Arkadaşının bu uğurda eriyip tükendiğini görünce Periveş Hanım’ın verem hastalığına yakalandığını ve bu hastalıktan dolayı da hayatını kaybettiğini söyledi. İlk başta bu yalana inanmak istemeyen Bihruz Bey, arkadaşının ustaca ifadeleri sonrasında kendisine inandı ve sevdiği kadının öldüğünü kabullendi. O konuşmadan sonra Bihruz Bey, yemeden içmeden kesildi, psikolojik sorunlar yaşamaya başladı. Adeta delirmiş bir vaziyete büründü.

Bu vakitten sonra Bihruz Bey, Leyla’sını arayan bir Mecnun gibiydi. İlk görüşte âşık olduğu kadın artık yoktu. Genç adam bunalımda olduğu sıralarda hayatta en değerli varlığı olan annesini ihmal etti. Babasından kalan miras artık bitmek üzereydi ve lüks yaşamı onu hızla bir felaketin eşiğine sürüklemekteydi. Çamlıca’daki köşkü satıp borçlarından kurtulmak istedi ancak bu fikre annesi sıcak bakmadı ve onay vermedi. Kocası ile birlikte Çamlıca’daki evlerinde onlarca güzel anısı ve hatırası vardı. Oğlunun lüks hayata olan düşkünlüğünden dolayı hatıralarını satmaya yanaşmadı. Bir taraftan sevdiği kadını kaybetmenin acısını yaşarken diğer yandan borçların giderek artması genç adamı oldukça zorlamaya başladı. Bu duruma müdahale edilmemesi durumunda çok kötü şeyler yaşayabilirlerdi.

Sonuç

Recaizade Mahmut Ekrem Bey tarafından kaleme alınan “Araba Sevdası”; dönemini en iyi şekilde anlatan eserlerin arasında gösterilmektedir. İlk olarak 1895 yılında Servet-i Fünun Dergisi’nde yayınlanan eser, daha sonraları 1898 yılında bir kitap haline getirilip yazar tarafından bastırılmıştır. Kitapta geçen olay dönemin aydınlarına ve sanatçılarına açık bir eleştiri niteliğindedir. Ana fikir; sıradan bir aşk hikâyesinden yola çıkmasına karşın dönemin gerçeklerine ayna tutmasından dolayı ilk realist roman olma özelliğine kavuşmuştur. Osmanlı Devleti’ndeki üst tabakanın yozlaşmış bir kültüre sahip olduğunu açık bir şekilde gözler önüne seren Araba Sevdası; bunu karakterler üzerinden anlatmayı başarmaktadır.

Kitabın ana karakteri Bihruz Bey, lüks hayata meraklı bir kimseyi canlandırmaktadır. Babasından kalan mirası, sonunu düşünmeden harcarken karşısına çıkan Periveş Hanım’a olan hissiyatı hayatında ciddi değişimlere neden olur. Genç bir adam olan Bihruz Bey, pahalı kıyafetler giydiği için kendisi gibi zengin olduğunu düşündüğü Periveş Hanım’a âşık olur ancak akan süreçte gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalır. Sonuç olarak sevdiği kadının bambaşka bir sosyal sınıfa mensup olduğunu öğrenen Bihruz Bey, o zamana kadar yaşadığı acı olayların da tesiriyle mecburi bir olgunlaşma evresine girer ve hayata bakış açısını tamamen değiştirir. Bihruz Bey aracılığıyla yazar; okuyucusuna dış görünüşün gerçeklik hakkında hiçbir fikir veremeyeceği mesajını verirken kişilerin, insani ilişkilerinde bu konuya dikkat etmeleri gerektiğini vurgulamaktadır. Öte yandan toplumsal yozlaşmanın, bireysel yaşamlarda ne kadar derinlikli bir etkiye sahip olduğunu, bu uğurda ne kadar büyük bedellerin ödendiğini de apaçık bir şekilde gözler önüne sermektedir.


Devamını okumak ve dinlemek için HAP KİTAP uygulamasını ücretsiz indirebilirsiniz.

 

Kaynak

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu