Gerçekten sevmeyi bilmeyenler hakikate ulaşamaz mesajını veriyor ‘Dilsiz’

Bu toprakların çocuklarına atalarından değerli bir sandık miras kaldı. Sandığı açtığımızda hepimizin karakterine/haline/hayaline uygun yaşayacağı ve yaşatması gereken bir değer mevcut. Sandığın içinde; geleneksel sanatlarımız, ata tohumlarımız, ince ustalık isteyen işçiliklerimiz, muhabbet, aile, mahalle, külliye, vakıf, ahilik, evimiz, bahçemiz, taşımız, toprağımız bize ait değerli olan ne varsa kendine yer buluyor.
Dilsiz filminde Murat Pay perdeyi sandıkla açmış. Yönetmenimize sandıklı açılış yakışmış; çünkü bundan önce yaptığı işler de atalardan miras kalan sandığın içindeki değerlerimizi anlatan yapıtlardı. Maşukun Nefesi’nde mevlidin izini sürmüştü, Saklı Miras Miraciyye ile Miraç kandili geleneğimizi anlatmıştı. Murat Pay yönetmenliğini üstlendiği “Dilsiz” filmiyle bu sefer “Hat” sanatımızı sandığın içinden çıkartarak anlamaya ve anlatmaya çalışıyor. Zor bir konu, film için farklı eleştiriler getirilebilir. Bence zora talip olmak başlı başına bir mücadele, bu bağlamda Murat Pay ve ekibini önce tebrik etmemiz gerekiyor.
Başlangıç sahnesinin çekildiği ev de başlı başına bir mücevher. Yani bilenler değer içindeki değeri görebilir. Bu sahne için güzel bir seçim olmuş. Üzerine uzun uzun yazılması, filmler çekilmesi gereken yitik mirasımız Türk Evi/Osmanlı Evi böyle vesilelerle gündeme getirilmelidir. Maalesef biz evimizi, bahçemizi terk ettik. Safranbolu konağının havuzlu odasındaki o sahne hiç bitmeseydi. Bu sahne peşi sıra Safranbolu sokaklarındaki sahneler hızla geçiyor. Aslında Safranbolu’dan sonra Kastamonu’ya geçerek Türk evinin başkentinde filmin devam etmesini isterdim; fakat yönetmen mirası sandık içinde kente taşıyor. Haklı; bizler evlerimizi, cumbalarımızı, sofalarımızı, cihannümalarımızı, kim geldi pencerelerimizi, ince işçilikli kapı ve tokmaklarımızı, bahçeli müstakil hayatlarımızı… terk ettik. Kendi bireysel tarihimden örnek verirsem; bahçeli müstakil evimizi terk edeli tam otuz yıl olmuş. Çoğunluğumuz sandığımızı alıp büyük kentlere gittik; okumak için, iş ve aş bulmak umuduyla, çocuklarımızı okutma hayaliyle… Herkesin kendine göre bir sebebi ve hikayesi vardı. Peki, şehir bize ne vaat etti, ne verdi? Genel izlenim aradığımızı bulamadık. Apartmanlara sıkıştık, ev sahiplerini ve karnımızı doyurmak için çok çalıştık, hayatımız iş-ev arasında geçti. Okutmak için getirdiğimiz çocuklarımızı kent bir canavar gibi yuttu. Film satır aralarında görenlere bunları da anlatıyor. Sami bisikletle apartmandan kaçarken, ev sahibi yakalıyor ve biriken kirayı istiyor. Kibir ve mahcubiyet tek sahnede anlatılmış.
“Korunmuş şehrinizden getirdiğiniz sandığı açın”
Yönetmen gözümüze parmağını ve kamerasını sokmadan tatlı bir hikaye içinde kent için bir çıkış yolu göstermiş: “Korunmuş şehrinizden getirdiğiniz sandığı açın ve işaretleri takip ederek bir usta arayın.” Ustamızı aradık ve bulabildik mi? Ustamız bizi kabul etti mi? Talip olabildik mi? Öğrencilik kolay; fakat talip olmak, bir ustaya çırak olmak zor. Ustalar bu yüzden karşısında teslim olmuş talip görmek ister. Bazen talibi zor sınavlara sokarlar. Mesela bazı hocalar ders saatini sabah namazına verirmiş. Eşref Bey baştan konuyu kapatıyor. Ben talebe kabul etmiyorum, haklı sebepleri var, zor zamandan geçiyoruz ve hakiki anlamda talebe bulmak zor. Sami dirayetli çıkıyor, işin sırrını kitaplarda buluyor. Silsileler kesintiye uğrasa bile kütüphane raflarında başlangıç yapabileceğimiz eserler mevcuttur. Yeri gelmişken bu konuya da bir örnek vereyim; Somuncu Baba’nın, Hacı Bayram Veli’nin, Aziz Mahmud Hüdayi’nin, Üftade Hazretleri’nin, Osman Fazlı Atpazari’nin tefsirini okuma, onların muhabbet meclislerine ortak olma imkanımız yok; fakat bu büyüklerin silsilesinde sadırdan sadıra yazılarak gelen ilmi, İsmail Hakkı Bursevi Hazretleri Ruhu’l Beyan Tefsiri’nde kitap haline getirmiş, kısaca yola talip olana iz var. Okuduklarından hareketle kalemini büyük hat ustasının mezarına gömüyor ve rüya yoluyla Safranbolu silsilesinin son ustası Eşref Bey uyarılıyor. Hadi canım sende diyenler olur mu? Ben demiyorum; çünkü yaşadıklarım var. Sahih rüya insanın hayatını değiştirir. Hayatımda böyle bir elin parmaklarını geçmeyen kritik rüyalar vardır. Benzer bir örnek; ilmi olarak derslerine devam ettiğim hocam, manevi yönden talebe kabul etmiyordu. Bir gün “tamam” dedi. Rüyada uyarılmış. Son görev ve yer değişikliğinde benzer bir durum yaşadım; aklımın ucundan bile geçmeyen bir yeri rüya işaretiyle yazdım. Sonra gördüm ki ne bereketli rüyaymış, her sabah ve akşam Hazreti Pir Şeyh Şaban-ı Veli’ye selam vererek günü geçiriyorum. Elhamdulillah. Türk evleri arasından, eski Kastamonu sokaklarını her gün seyrettiğimi ve bahçeli bir eve otuz yıl sonra yerleştiğimi ekleyeyim. Belki bunların da bir gün filmi çekilir.
Her seyirci hayatının izdüşümü karakterini filmde arar. Ben hangi karakterle özdeşlik hissettim? Sami arayış dönemime Tahir ise son dönemime sanki biraz daha yakın. Ormana gidip yalnız dolaşmalar, canlılar için yemek bırakmak… Sadece Tahir kadar yanmadık. Belki hamlık buradan geliyor, Hz. Pir boşuna demiyor “Burası nakısların tamam olma makamıdır.” Biraz talebelik, biraz ustalık, aslında film farklı dönemleriyle bizi anlatıyor. Bu yüzden çocuklarım da sıkılmadan izledi. Bu bir talipler hikâyesidir; farkında ve talip olunarak yaşanan bir hayatın hikayesi, böyle filmleri çocuklarımıza izletmeliyiz ve geniş halk kitlelerinin izlenmesi için destek vermeliyiz. Nesillerimizin model aldıkları insanlar, bedel ödenmiş farkında hayatların kahramanları olmalıdır. Böylece sahte kahramanlar arkasında telef olan nesiller olmasınlar. Talebe olunacak yaşayan adam gibi usta yoksa, nesil neyi kendine örnek seçecek veya idealize ettiği hocası hayat karşısında buz gibi dağılıyorsa çocuklarımız ne yapsın. Ben böyle açık açık anlatıyorum; fakat film mesajını sokağın kuralları içinde rahatsız etmeden anlatıyor, yani yönetmenin görünen bir mesaj kaygısı yok. Senaryonun talip olanlara anlatacak bir hikayesi var. Bence bu böyle olmalı boşa efor sarf etmeye gerek yok, talipler için hikayeler yazmalı ve filmler çekmeliyiz. Üstadım Cemil Meriç gibi geleceğe mektuplar bırakmalıyız. İsmail Hakkı Bursevi gibi ciltler dolusu tefsir yazmalıyız ki arada boşluk olsa da silsileleri kopsa da talipler o hazineyi bulup tekrar dirilsin. Bu anlamda eser önemli en güzel eser insan, ne diyor Hacı Bayram Veli;
Nâgehân ol şâre vardım,
Ol şârı yapılır gördüm.
Ben dahî bile yapıldım,
Tâş toprak arasında.
(İmar eden insanlar, bir de insanı imar edecek eserler var; kimi insanı imar etmiş, kimi eserler yazmış. Rabbim hepsinden razı olsun. Âmin.)
Aşk yolunun kütüphaneden geçmesi de ayrıca anlamlı
Değerlerimize sahip çıkanlardan Allah razı olsun, bu güzel işleri destekleyenlerden de Allah razı olsun.
Hiç âşık oldun mu? Gerçekten sevmeyi bilmeyenler hakikate ulaşamaz. Aşk yolunun kütüphaneden geçmesi de ayrıca anlamlı. Filmden derin bir aşk mesajı alıyoruz, aşkı anlatmak çok zor. Aşkı ifşa etmeden, kutsallığını bozmadan anlamak ve anlatmak er kişi işidir. Yarım kalmışlıklar, hayat kazaları… meslekte iyi usta olabiliriz bu hayatın ustası olduğumuz anlamına gelmiyor. Usta bu anlamda çıraktan derse muhtaç olabilir. Sami hocası Eşref’e bu anlamda ders veriyor. Bu konuda çok önemli hatasız insan yok, bu âleme olmak için geldik. Usta geçimsiz, genelde biraz böyle olur. Sadece işi ile iyi geçinir. Belki de insanlarla iyi geçinse işinde o kadar derinleşmeyecekti. Bu da bir nasip meselesi, hepsi tam olmuyor. İlme talip olursak Rabbimiz bilmediklerinizi öğretir, yolumuzu açar. Evet imtihan eder; ama yolu da açar ve yürütür, elimizden tutar, dostlar gönderir. Sadece ihlas yani samimiyet istiyor. Fedakârlık, farkındalık ve edep istiyor. İnsan olmanın eşik değerlerini önümüze koyuyor; cömertlik, samimiyet, muhabbet. O işi atlayınca evet başka imtihanlar olacaktır. İlk eşikten sonra daha tatlı bir yol açılır; bunlar düşünce ağlatmayan cinsten engellerdir.
Bismillah diyelim yola çıkalım. Rabbimiz rahmet edecek, Murat Pay bir yola çıkmış ve güzel işler yapıyor, derdini anlatmak için sinema dilini tercih etmiş. Bu dili güzel de kullanıyor, kendisine teşekkür ediyoruz. Kendi çıtasını yükselten bir yönetmen, daha sonraki filmler için beklentileri yükseltiyor. Artık bir filmin altında Murat Pay imzası varsa bu film kesinlikle bizi anlatıyordur ve izlenmesi gerekir diyebiliriz. Eksisiyle, artısıyla bu âlemde hoş bir seda bırakacağı kesindir. Tabii görsel yönden, teknik yönden, senaryo yönüyle farklı eleştiriler getirilebilir. Oyunculuk olarak karakterler oturmuş ve hepsi işini güzel yapmış. Film festivallerinden gelen ödüller işin niteliğini ortaya koyuyor. Bize düşen 29 Kasım’da vizyona girecek olan filmi izlemek. Teknik konular eleştirilir ve zamanla gelişir; ama biz her zaman söylüyoruz bir ruh var ve o ruh değişmez. Bu yazıda sadece o ruhu anlatmak ve selamlamak için yazıldı. Bunu kendi yazılarım içinde söylüyorum editörün yapması gereken düzenlemeler vardır, çalışırsak daha iyi kelimelerle de yazılabiliriz; ama ruh yazılmaz, ruh ancak üflenir. İşte bu filmde üflenen bir ruh var, biz onu hissettik.