Yaşam

Bir gül zarifliği gerek bugün kalplerimize

Prof. Dr. Necdet Tosun, Erkam Yayınları’ndan çıkan Derviş Keşkülü isimli kitabında İslam kültüründe önemli yeri olan tasavvuf ve dergah kültürünü incelemiş. Bu düşünce tarzının şekillendirdiği şiiri, sembolizmi, yemekleri, merasimleri, mûsikîyi, ritüelleri başlıklar altında toplayarak kitaplaştırmış yazar.

Tasavvuf kültüründe çiçek konusuyla başlayan eser, İslâmiyet’in yayılmasında sûfîlerin rolü, tasavvuf ehlinin miracı, sûfî gözüyle hac, hoşgörü, tekke yemekleri, aşure gelenekleri, tasavvuf kültüründe meyve, Yesevîlik’te zikir, Üveysîlik ve râbıta gibi konularla devam etmekte ve Bandırmalı iki Allah dostunun hayatından çizgilerle sona ermekte. Bir keşkül misali farklı konuları ihtivâ eden, okuyucuya tasavvufun tadını hissettirmek ve değişik boyutlarını tanıtmak gâyesiyle kaleme alınmış, lezzeti gönlümüzde tat bırakacak bir eser.

Kitabın içindeki ilk ambar dikkatimi çekti en çok da… Bizlerin yalnızca güzel kokusuyla ve görüntüsüyle andığımız çiçeklere, hazretler nasıl ince ve naif bir nazarla bakmışlar. Bizlerin koparıp kuruttuğu çiçekleri, şeyhleri talep ettiği halde zikrini duyarak nasıl da koparmaya kıyamamışlar. Onu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız.” (İsra Suresi, 44) ayet-i kerimesindeki o tesbihi duyan yüce gönüllerin çiçeklerdeki ince sırrını aktardığı sözleri bizlere aktarmış yazar Derviş Keşkülü adlı kitabıyla…

Efendimiz’in (s.a.) nübüvvet yılı sayısınca severmiş gülleri

Dünyadaki güzel varlıklar içinde rengi, şekli, kokusuyla insanları kendine hayran bırakan en önemli nesnelerden olan çiçeğin tasavvuf kültüründe de yeri büyük. Cenab-ı Hakk’ın “Cemal” sıfatını hatırlatan çiçekler için de çok şeyler yazılmış ve söylenmiş. Hatta o kadar ki, bazı sûfîler çiçeklerle konuşmuş:

Sordum sarı çiçeğe, annen baban var mıdır?

Çiçek eydür derviş baba, annem babam topraktır.’’ diyen Yunus Emre misali…

Bazı dervişler de Allah’ı zikrediyor diye çiçeği koparmaktan kaçınmışlar. Hüseyin Hamevi hazretleri talebelerine “Biraz menekşe toplayıp getirin’’ buyurmuş. Talebelerin her biri bir tarafa dağılıp, hocalarına demet demet menekşeler getirmiş. Eşrefoğlu Rûmî ise hocasının huzuruna elindeki bir tek menekşe ile gelmiş ve sebebini de şöyle açıklamış: “Sultanım, hangi menekşeyi koparmak istediysem, bana ‘Allah rızası için beni koparma, zikir ve ibadetimden ayırma’ dedi. Ben de dolaştım. Bir yerde ibadeti bitmiş bir menekşe gördüm. Onu koparıp getirdim.”

Bu kıssa bana Osman Nuri Topbaş hocamızın “Yaşayan bir yatır görmek istiyorsanız Züleyha ablanıza bakın kızım” dediği ablamızı hatırlattı. O da küçükken çimlere zikirlerinden dolayı basamadığını anlatmıştı bizlere. Züleyha ablamızı ziyarete gittiğimizde de sevdiği üzere yirmi üç adet gül almıştık. Efendimizin (s.a.) nübüvvet yılı sayısınca severmiş gülleri. Kalp âlemine göre inceliyor belli ki insan… Bizler çiçekleri değil, kaç gönlü incitiyoruz düşünmeden…

Osman Nuri Topbaş Hocamız da en son katıldığım dersinde masasında bulunan çiçeği göstererek, “Bakın bu çiçek buraya ferahlık vermek için koyulmuş. İşte mü’min de böyle olacak. Girdiği ortama huzur verecek’’ dediler. Çiçekten daha güzel yaratılmışken, ruhaniyetimize göre ona benziyor ve Allah korusun, ondan aşağı derekelere düşüyoruz.

İlkbaharda erguvan çiçekleri açtığı zaman, Emir Sultan Bursa’da müridleriyle bir araya gelip, topluca Allah’ı zikrederlermiş. Emir Sultan’ın vefatından sonra da “Erguvan Cemiyeti” diye anılan bu gelenek devam etmiş.

Tasavvuf kültüründeki çiçek sırrına vakıf olabilmek

Çiçeklerden özellikle laleye verilen önemin sebebi ise, eski harflerle “Lale” kelimesinin (iki lam, bir elif, bir he) “Allah” kelimesinin harfleriyle aynı olması ve ayrıca lalenin tek bir tohumdan yalnızca bir dal ve bir çiçek verdiği için Allah’ın birliğini temsil ettiği kabul edilmiş. O yüzden de cami, çeşme ve mezar taşı süslemelerinde kullanılmış. İzzet Ali Paşa ise lalenin gördüğü itibarı şu mısralarıyla ilişkilendirmiş:

Mazhar-ı İsm-i Celâl olmasa idi lâle

Bulamazdı bu kadar rütbe-i vâlâ lale’’

Tasavvufta gül de hem şairlere hem de mutasavvıflara ilham olmuş. Yunus Emre’nin divanında, “Çiçek eydür derviş, Gül Muhammed teridir’’ mısrasıyla ifade ettiği gibi, gülün kokusunu Rasulullah’ın (s.a.) terinden aldığına inanılırmış. Gül görüldüğünde, ya da gül suyu dağıtıldığında salavat getirmenin hikmeti de bu sebeptenmiş. Gül, ömrü kısa olduğu için hayatın geçiciliğini ifade etmiş, güzel kokusu ile de güzel arkadaşa benzetilmiş.

Tasavvuf kültüründeki çiçek sırrına vakıf olabilmek için gerekli latifliği Rabbim cümlemize nasip etsin. İbrahim Ümmi Sinan hazretlerinin;

“Gül alırlar, gül satarlar

Gülden terazi kurarlar

Gülü gül ile tartarlar

Çarşı pazarı güldür gül’’ mısralarındaki gül zarifliğini kalplerimize nakşeylesin…

Eslem Nilay Bozdemir 

Kaynak

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu