Görüştüğüm ünlüler: Cem Karaca

Önce Türkofon, sonra Türküola olan müzik firması, ilk başlarda daha çok Avrupa’ya işçi olarak gelmiş, biraz müzik ve ses yeteneği olan kişilere plak yaparken, ilerleyen zamanda artık Türkiye’de müzisyen ve ses sanatçısı olarak bilinen kişilerden de Avrupa’ya yolu düşenlerin uğrak yeri olduğundan ve yaptıkları anlaşmalar sonrası onların da plaklarını çıkarmaya başlamıştı.
Bana ‘Plak müdürü’ dedikleri işte on üç, on dört, on beş gibi yaşlarımdayken bir gün Cem Karaca mağazanın kapısından içeri girdi. Sanatçıları tanıyordum. Hem sinema takip etmemden, hem haftada bir Alman televizyon kanalı WDR’in kısa bir süreliğine sunduğu Türkçe yayında görünen sanatçılardan, hem de Türkofon/Türküola’nın hazırladığı katalogdaki plakları olan sanatçıları bünyesinde barındırmasından…
Cem Karaca’nın Türkiye’de bir dönem yasaklı yıllar olduğu günlerdi sanırım. Bu Türkçe Alman kanalında sık sık şarkı söylerdi.
O içeri girdiğinde içerde müşteri yoktu ya da çok az olduğundan onlarla Yugoslavyalı abla ilgileniyordu sanırım, ben de boş olduğumda yaptığım gibi raftaki plaklardan birini dinliyordum. Cem Karaca’nın ‘Resimdeki Gözyaşları’nı başıma geçirdiğim kulaklıkla dinlerken, plağın elimde-ki kabına bakıyor ve oradaki diğer eserlerini okuyordum.
İşte tam o sırada kapıdan içeri Cem Karaca girdi. Böyle bir an gerçekten sanki bir rüya gibi geliyor insana. Se-sini dinlediğiniz, resmine baktığınız kişi o anda karşınızda canlı durunca gerçekten çok şaşırtıcı bir durum oluyor.
Cem Karaca mağazanın içinde, kim olduğunu bir türlü çıkaramadığım ama daha önceden tanıştıkları belli olan biriyle konuşmaya başladılar. Konuşarak bana doğru geldiler.
‘’Dom Kilisesi’nin oradan geliyorum .’’ dedi Cem Karaca. ‘’Yahu Almanlara, İtalyanlara, başka Avrupalılar’a falan hayran kalıyorum. Adamlar Hristiyan’sa Hristiyan olduğunu, Katolik’se Katolik olduğunu açık açık dile getiriyor. Ben Müslüman olduğumu söyleyemiyorum.’’
‘’Seni susturan mı var?’’ dedi diğer kişi.
‘’Yok ama söyleyemiyorum, bir ben değil, birçoğumuz açıkça bunu söyleyemiyoruz.’’ dedi.
Ben de o sırada başımdan kulaklığı çıkardığımdan, plağın sesi az bir desibelle duyulmaya başladı. Bunu duyan ve elimdeki kendi plağınının kapağını gören Cem Karaca bana doğru gülümseyerek konuştu.
‘’N’aber genç?’’ diye seslendi. ‘’Beni mi dinliyorsun?’’
Yanındaki kişi gülümseyerek, ‘’O bizim plak müdürümüz.’’ dedi. ‘’İşte plakları böyle dinleyip teftiş eder, sonra da müşterilerimize sunar.’’
‘’Evimizde de sizin plaklarınızdan var.’’ dedim. ‘’Annemle babam pek dinlemezler ama ben dinliyorum.’’
O çocuk yaşlarımda bile büyüklerime ‘siz’ diye hitap ederdim ama ‘bey’, ‘hanım’ gibi hitaplara hiç alışama-mıştım. Büyüklerime yaşına ve cinsiyetine göre ‘abi’, ‘amca’ ya da ‘abla’, ‘teyze’ diye hitap ederdim.
‘’Çocuk bu yaşta gurbetçi olmuş.’’ dedi Cem Karaca.
Başka neler konuştuk tam hatırlayamıyorum ama o kişiyle epeyce konuştular. Daha sonra, zaten onu görmeye geldiği iş yerinin sahibi Yılmaz Asöcal gelince onun odasına geçtiler.
Erol Göksu